29 Kasım 2010 Pazartesi

Ayva Tatlısı: Pekmezli, İncirli, Üzümlü




Şimdi ayva zamanı dediğimizde sevgili Açalya bir de ayva tatlısı tarifi isteriz o halde demişti. Ertelemeden, sıcağı sıcağına cumartesi sabahından giriştim işe. Şekersiz olsun, kuru meyvelerle buluşsun istemiştim. Bir yerlerden kalmış aklımda ana hatları. Yemek yapmak hissetmektir zaten. Hisler, duyular yön verir. El alışkanlığı, göz kararı gerisi. Üzümle incirin birbirine yakıştığını bilmeyen var mıdır ki? Ya incirin illaki koşup geldiğini? Üzüm incir deyince tarçın da yetişir ama ben o an katmamışım. Suyuna çubuk tarçın katılabilirdi oysa. Siz dilerseniz katın. İnciriniz zaten yumuşaksa sıcak suda biraz beklemesi yeter, yok kupkuruysa işiniz zor o zaman. Almamalı zaten bu kadar kurusunu. İncirleri ve üzümleri sıcak suyla ıslayın bir kenarda. Siz cevizlerinizi kırın, dövün bu arada. Benim ceviz dövdüğüm eski havanı gördünüz mü? Köyde tavan arasında bulup getirdi sevgilim. Dayım tanıdı hemen:

-Anam ceviz döverdi bunda.

Hayatın donduğu, ama bozmadığımız, bakırları raflarda dizili, duvarları yer yer dökülmüş bu evde kimseler kullanmıyordu nasıl olsa. Artık bizim evde, ceviz döverim, tohum döverim.

Tariften uzaklaşmayalım; yumuşayan incirleri doğrayın güzelce. Sakın içinde beklediği suyu dökmeyin. Üzümle, cevizle harmanlayın beklesin kenarda. Ayvaları bir güzel yıkayıp, dikine ortadan ikiye bölün. Çekirdek yataklarını çıkarıp, oyun, hemen limonlayın ki kararmasınlar. Üzüm ve incirleri süzdüğünüz suyu ayvaların üzerine döküp, birkaç dakika kaynatın.

Şimdi ayvaları fırın tepsinize alabilir, içlerini doldurabilirsiniz hazırladığınız harçla. Ayvaların her birine birer yemek kaşığı pekmezi pay edin. Suyuna da pekmez ekleyip tadını kontrol edin. Ne kadar tatlı istiyorsanız orada durun. Ben iki üç yemek kaşığı pekmez ekledim. Şimdi bu suyu ayvaların dibine yarısına gelecek kadar boşaltıverin.

Sıra fırında, 180 derecede ısınmış fırına verin tatlınızı. Ayvalar yumuşayana kadar pişirin, soğumadan ılıkken tüketin. Bence çok pişirmeyin, yanmasın ayvalar, üzümler. Yok ben yanık isterim derseniz üzerlerine şeker serpip şöyle en üst rafta karamelleşene kadar da tutabilirsiniz. Ama söyledim bu sefer şekersiz olcek benim tatlım.



26 Kasım 2010 Cuma

Şimdi Ayva Zamanı



Sarı tavuk dalda yatar
Dal kırılır yerde yatar


Bilmece böyle sorar hoş kokulu, altın renkli, mayhoş ayvayı. Daha adını andığımızda dil buran, rayihasını hayal ettiğimizde mutlu eden, Nisan ayında çiçek açtığı için türkülere yazın müjdecisi olarak giren, piştiğinde rengi pembeye dönüşen, hatta çekirdeğindeki mucize ile kırmızıya çalan sarı meyveyi. Çiğ olarak yenebildiği gibi reçel, komposto ve başka taze ya da kuru meyvelerle birleştirip, hafif şekerle, belki pekmezle kaynatıp, istersek fırınlayıp birbirinden leziz tatlılar yaparak da tüketiriz, et yemeklerine de eşlikçi ederiz.

Tam ayva mevsimindeyiz. Ben ağacından topladım, ama annemin dalı silkelemeyin tek tek toplayın uyarısına kulak asmamakla iyi etmedik. Zira yere düşen ayvalar yaralanıyor, üzerlerinde sızan suları kahverengiye dönüşüyor. Üşenmemeli, bir bir toplamalıymış. Hayat büyük sözü dinlemeyip, ders almak demekmiş bu yaşta dahi.

Ayvaya Yunan Mitolojisi'nde de rastlarsınız, Roma tarihinde de. Romalılar faydalarını
öğrendikleri ayvanın eşsiz kokusunu parfüm yaparak değerlendirmişler. Hatta Adem ve Havva'nın Cennet'ten kovulmalarına sebep olan meyvenin elma değil ayva olduğuna inanan pek çok tarihçi bulunuyor.

Dünyanın en çok ayva yetiştiren ülkesi olarak; ayvanın atasözlerimize, manilere, bilme
celere, halk türkülerine girmiş olmasına şaşmamak gerek. Ben oğlana hamile iken, annemin komşusu ayva ye de çocuğun gamzeli olsun diye az tutturmamıştı. Ayvayı yemek deyimi ise sanırım ayvanın çiğnenmesi ve yenmesi, yutulması zor olmasıyla ilişkili. Kasım'da ayvayı bol görünce kışın sert geçeceğini de söyler büyüklerimiz.

Sanal alemde dolaşıp da ayvanın iyi gelmediği bir rahatsızlık bulmak mümkün değil galiba. Ben de biraz yaprağından toplayıp getirdim ki, cücüklerin şişen bademciklerine, elma kabuğuyla, tarçınla, balla birleşip iyi gelsinler. Daha önce söylediğim gibi gün aşırı komposto pişiyor, bardak bardak tüketiyoruz, tanelerini yiyoruz.


Önce içinde ayva geçen üç güzel mani:

Sarı sarı sarkar,
Düşerim diye korkar.
Ne bakla, ne baklava;
Ayvadır canım ayva.
Hopla haydi hopla,
Daldan ayva topla.
Sevilmez mi iki gözüm.

Ayva attım samana
Dumana bak dumana
Şoför yârim var iken
Gider miyim çobana

Ayvalar dilim dilim
Darılmış benim gülüm
Ben gülüme ne dedim
Kurusun ağzım dilim


sonra da reçelin tarifi gelsin:

Malzemeler:

  • 4 adet irice ayva
  • 1,5 kg toz şeker
  • 4 su bardağı su
  • 2 yemek kaşığı limon suyu
  • Azıcık tereyağ

Hazırlama:

Ayvaları iyice yıkayıp, kabuklarını soyun, küçük küçük doğrayın.

Bir tencerede kaynayan suya atıp iki üç dakika pişirin.

Bu süre sonunda toz şekeri katıp eritin (tadına bakarak eklemekte fayda var), ayvaların çekirdeklerini de ekleyin.

Orta kuvvette ateşte kaynamaya bırakın.

Kaynayıp koyulaşan reçelin üzerinde toplanan köpüklerini delikli kepçe ile alın.

Porselen bir kaba çıkarıp reçelin kıvamını kontrol edin, soğuduğunda alacağı kıvamı kestirebilirsiniz.

Ocaktan almadan, minicik tereyağı ve limon suyunu katıp bir taşım daha kaynatın.

Sıcak sıcak kavanozlara doldurup, sıkıca ağızlarını kapatın.

Kavanozları ters çevirip soğumaya bırakın.

Dikkat etmeli:benim ayvalar bu kadar şekeri çekti, ama siz mutlaka kontrol ederek ekleyin şekerini. Bir de ayvanın çekirdeği jöleli bir kıvam katar, ocaktan biraz cıvıkken indirirseniz reçeliniz pelteleşmez.



24 Kasım 2010 Çarşamba

Gecikmiş Bir Bayram Kutlaması



Bayram arası patlıcan kebabıyla kaldı Narince. Uğrayıp da tatlı arayan güzel arkadaşlarım elleri boş döndüler. Gecikmeli de olsa bayramınızı kutlar, büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim. Bu etli fotoğrafla bayramı karşılama niyetim vardı lakin; gezmelerin hazırlığı oturup tuşlara uzanmama engeldi. Sonbahar tadında dinlencemiz iyi geldi. Okula dönmekse tatsız. Bağda bahçede bir şey kalmamış, son domatesler sökülmüş, lahanalar toparlanmakta, bendeki telaşsa şu güzel sarı havuçlara akşam üzeri poz verdirmekti.



Geçen yılki gibi bir günlük köy ziyaretimiz yoğundu. Bu sefer sacda gözleme değil lavaşlar vardı. Kalabalık ailemizi doyuracak et sote lavaşların arasına pay edildi. Kimi bekleyemedi et soteyi, daha pişerken sıcak lavaşlar tereyağ sürüp bastırdı açlığını. Yine köy unu yok, süt de yok, sarıkızlar yavrulayacak diye, tereyağ da, çokça ayva var. Gün aşırı ayva kompostosu pişmekte evde. Reçel dönüşün sabahı yapıldı çabucak, ama fotoğraflanamadı henüz, ayvalı tariflerden bıktırmam umarım sizleri.

Hoşbuldum deyip kaldığımız yerden devam edelim, sağlıcakla...



12 Kasım 2010 Cuma

Patlıcan Kebabı



Yaklaşık bir haftadır sabahın köründe hava aydınlanırken uyanıyoruz. Uyanıyoruz dediysem Üzüm ve ben. Ya yorganın altından küçük patilerini uzatıp ayaklarıma ulaşıyor ya tepeme tüneyip kaşımı gözümü yalıyor. Canımın içi küçüğüm, kalk benimle oyna diyor. Bir de fena huyum var ki, bir uyandı mı bir daha uyuyamayanlardanım. Gözlerimi sımsıkı yummak da fayda etmiyor, kitap okumak da. Aklıma düştü mü günlük telaşeler, yapılacak işler sıralanmaya başladı mı uyku yok gözlerime. Telefonun alarmının çalmasını beklerken miskin miskin televizyonda ısıtılmış haberleri izlemek de tatmin etmiyorsa bünyeyi; kalkıp elini yüzünü yıkamak, bir dilim çikolatalı kek atıştırmak ( aç karnına ne fena!) fazlaca tıkırtı yapmadan, usulca beslenme çantası hazırlamak, belki akşamdan kalmış bulaşık makinasını boşaltmak, ortalık ağarırken Üzüm'le birlikte balkona çıkıp kuşları izlemek yapılabilecek işler arasındayken kim patlıcan kızartır ki?

Necla kızartır, sabahın köründe, boş mideyle hem de! Çok duydum aç karnına yemek pişiremem diyeni ama patlıcan kızartmak, ağır yağ kokusunu içe çekmek daha delice bir fikir sanki? Çocukların küçüklüğünden kalma bir alışkanlık benimkisi. Küçüktüler, onlara daha çok vaktim kalsın diye uyurlarken yapardım yemeklerimi çoğunlukla. İkisi de büyüyeli ,bana daha az ihtiyaç duyalı beri sabah erkenden yemek yapma alışkanlığımı kaybetmiştim ya, boş boş da oturamıyorum şekerim. Zaten akşamdan etimi buzdolabının alt kısmına koymuşum çözülsün diye, hemen başlasam sabah güneşini kaçırmadan fotoğraf bile çekerim.

Öyle de oluyor çocuklar uyanmadan etler tencerede pişmeye yüz tutmuş, patlıcanlar kızarmış da kağıt havluya fazla yağını bırakmaktaydı. Balkon kapısı da açık tutulunca bir bir uyanan ev halkını rahatsız edecek bir koku kalmamıştı. Tencere kebapları içinde en çok sevdiğimiz patlıcan kebabıdır. Düşünün ki şehir dışından gelen misafirlerimizle gezinti sonrası ev yemekleri yapan bir yere gitmiştik. Misafirimizin oğlu koca bir profiterol tabağını kapıp başka da bir şey istemezken , o vakitler altı yaşında olan Umut kendisine bir tabak dolusu patlıcan kebabı istemiş, ekmeğini suyuna bana bana afiyetle yemişti de, şaşıp kalmışlardı misafirlerimiz.

Benim gibi sabahın köründe olmasa da bir akşam yemeğine, hatta misafirlerinize sera patlıcanlar tezgahları işgal etmeden pişirebileceğiniz nefis yemeği şöyle komşuya anlatır gibi anlatayım:

Koyun eti de kullanabilirsiniz dana eti de. Patlıcan yağda kızaracağı için dana kullandım ben. Yemeklik kuşbaşı doğranmış etleri sıvıyağda kabuk bğlayana kadar çevriştirip, altını kısın. Kısık ateşte etler suyunu çekene kadar pişirin. Yemeklik doğranmış kurusoğanları ekleyip kavurun. Sonra salçasını ekleyin, biraz da un katıp kavurun ve etlerin üzerini üç dört parmak geçecek kadar sıcak su verip, birkaç diş de sarımsak ekleyip kısık ateşte pişmeye bırakın.

Bu arada alaca soyulup, önce boyuna dilimlenip sonra üçe dörde bölünmüş, tuzlu suda beklemiş patlıcanları sudan çıkarıp iyice kurulayın. Bol sıvıyağda kızartın, kağıt bir havlu üzerine alıp, fazla yağını bırakmasını sağlayın. Etler pişip yumuşadığında kızarmış patlıcanları, tuzunu karabiberini ekleyip kuvvetli ateşte tencerenin ağzı açık olarak üç dört dakika kaynatın. Hepsi özleşip, kaynaştığında ocağın altını kapatıp, dinlenmeye aldığınız yemeğiniz yanında leziz bir arpa şehriyeli pilav ve ayranla servise hazırdır. Afiyet olsun.


10 Kasım 2010 Çarşamba

Agave Şurubu İle Kuşüzümlü Kurabiye



Son kurabiye tarifimizde agave şurubu kullandım. Siz yerine bal da kullanabilirsiniz. Başka bir katkı maddesi içermediğini söylüyor ambalajında. Fruktoz yok yani, yalnız fruktoz yok diye sevinsek de agave bitkisinden bal tadında bu mamülü üretmek için belli işlemler gerektiği aşikar. Özellikle şeker hastaları için önerilen agaveyi kek, kurabiye gibi hamur işlerinde, pankeklerin ya da bazı meyvelerin, yoğurdun üzerine dökerek kullanabilirsiniz. Çok merak ettiğim oyuncaklarımdan birini kullanmış oldum sadece. Üstelik beyaz şeker de ekledim. Çok da sağlıklı bir kurabiye olması sonuç olarak. Şişe duruyor öylece, güzelim bal varken, bir daha kullanır mıyım derseniz belki en fazla bir kerecik de kek yaparım. Gününüz güzel olsun der, kuşüzümlü miniklerle kurabiye haftasını bitiririm.

Malzemeler:

  • 1/2 vçay bardağı toz şeker
  • 1 yemek kaşığı agave şurubu ( dolu dolu)
  • 55 gr oda ısısında tereyağ
  • 1 adet yumurta
  • 1 çay kaşığı şekerli vanilin
  • 1,5 su bardağı un
  • 2 yemek kaşığı kuş üzümü
  • Minicik tuz

Hazırlama:

Şeker, tereyağ, agave, vanilin ve yumurtayı büyük bir kapta iyice çırpın.

Çırpmaya devam ederek un ve tuzu da ekleyin.

Ele yapışmayan kulak memesi kıvamında hamuru yoğurun.

Hafif unlu tezgahta hamuru bir santimetre kalınlığında açın.

Dilediğiniz şekillerde kesip, yağlı kağıt serili tepsiye dizin.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırında pişirin, kızarmdan fırından alın.


Agaveyi soranlar için ekliyorum: şu firma ithal etti. Ülkeye ilk girenler hemen satıldı tükendi. Hiçbir depoda bulamadık. Sonunda Ankara Kızılay'da Zahter Baharat sağolsun geldiği gün bize haber verdi. Bayi listesinden size yakın olana ulaşabilirsiniz.


6 Kasım 2010 Cumartesi

Limonlu ve Susamlı Kurabiye



İkinci kurabiyemizde hem limon var hem susam, hoş kokulu. Yapmak isterseniz işte tarif:

Malzemeler:

  • 1 yumurta
  • 2 yemek kaşığı limon suyu
  • 1 limonun kabuğu
  • 2 yemek kaşığı susam
  • 1/2 su bardağı toz şeker
  • 125 gr oda ısısında tereyağ
  • 2,5 su bardağı elenmiş un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1/2 paket şekerli vanilin

Hazırlama:

Tozşekeri tereyağına yedirin.

Limon suyu ve rende limon kabuğunu, yumurtayı, susamı ekleyip yoğurun.

Vanilin, kabartma tozu ve unu eleyerek ekleyin.

Ele yapışmayan kulak memesi kıvamında bir hamur elde edene kadar unu yavaş yavaş ekleyin.

Yoğurduğunuz hamuru hafif unlu tezgahta yarım santim kalınlığında açıp dilediğiniz kalıpla kesin.

Kurabiyeleri yağlı kağıt serili tepsiye dizin.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırının üst rafında pişirin.

Altları hafifçe sarardığında bir kürdan batırıp kürdan temiz çıktığında fırından alın.

Üzerlerine pudra şekeri serpip afiyetle yiyebilirsiniz.

4 Kasım 2010 Perşembe

Kurabiye Haftası: Hindistancevizli Fındıklı Kurabiye




Bu haftayı Narince'de kurabiye haftası ilan etme niyetim vardı . Ama ben bilgisayarın başına oturana kadar perşembe olmuş bile. Fırından yeni çıkmış kurabiyenin kokusu, dudaklarınıza değen ılık ve henüz gevrekleşmemiş ama ağızda parçalara ayrılan dokusu suratınızda kocaman bir gülümseme oluşturmaz mı? Hele cücükler görüp de havalara uçmuşsa. Çocuklu evlerde nadiren boş kalır kurabiye kavanozu, kek fanusu. Okullar da açık ise beslenme çantasına atılırlar birer ikişer, arkadaşlarla pay edilirler. Bu yüzden bloglarda kış geldi mi daha çok tarif verilir.

Kurabiye yapmanın çocukları da ortak etmek, oyun oynamak, eldeki malzemeleri avuç avuç karıştırmak gibi hoş yanları olduğu gibi, risk göze almayı kolaylaştırdığını da unutmamak gerek. Öyle ya tutmamış reçetelerle kimbilir ne çok malzeme ziyan olmuştur? Kurabiyede ziyan olma ihtimali düşüktür. Ecüş bücüş, şekilsiz de olsa yenir kurabiyeler. Fazla yumuşaksa bir daha fırınlanıverir. Zaten bisküvi Latincede ikinci pişen anlamına gelmiyor mu? Eski zamanlarda bugünkü gibi modern ve ısısı ayarlanabilen fırınlar yokken, fırın ilk yandığında yüksek ısıda başka şeyler pişirilip, ikici defada küçük bisküviler pişirilirmemiş mi?

Peşpeşe üç kurabiye tarifi vereceğim. İlki ve en güzelini bugün okuyacaksınız. Yine her zamanki gibi fırında pişen akşam yemeğinin peşine bir de kurabiye atayım demişim. Canımın çektiği gibi hidistancevizli, fındıklı hamurumu yoğurmuş, yağlı kağıt üzerine yuvarlak yuvarlak sıralamışım kurabiyelerimi. Tam fırına verecekken kenarda bekleyen yumurta gözüme ilişiyor.

- Eyvah! Yumurtayı unuttum!

-Amaan olsun en fazla dağılır, yayılır biz de kırar yeriz.

Dağıldılar, ama bitişmediler. İyi ki yumurta unutulmuş dedirttiler. Kıtır kıtır, dağılan
kurabiyeler harika sıfatını hakettiler. İşte reçete:

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı tepeleme buğday nişasatası
  • 2 yemek kaşığı tepeleme hindistancevizi
  • 100 gr oda ısısında tereyağ
  • 3/4 Türk kahvesi fincanı sıvıyağ
  • 1 çay bardağı + 3/4 çay bardağı toz şeker
  • 1,5 su bardağı un
  • Bir avuç dolusu iri dövülmüş fındık

Üzeri İçin:

  • 1 yumurta beyazı
  • Hindistancevizi, fındık

Hazırlama:

Hamur için gerekli bütün malzeme ele yapışmayan kıvamda yoğurulur. Unu azar azar ekleyin, daha az ya da daha çok un isteyebilir hamurunuz.

Hmurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp, avucunuzda yuvarlayın.

Önce yumurta akına sonra hindistancevizi ve fındık karışımına batırıp, yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye aralıklı olarak dizin.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırında üst rafta sararıp gevreyene kadar pişirin.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin